15 Eylül 2011 Perşembe

Ver benim sazım efendim, ben gider oldum…süremedim lavantayı, konsola koydum..

Yüzünde bin yıllık bir sessizlik vardı, seni son gördüğümde.. Hiç konuşmazdın. Bir "nasılsın" sorusu ile bütün bir günü geçiştirebilirdin.. Topraktan alacağını almış, eskimiş, güneşinden vazgeçmiş bir ağaç nasıl öylece durursa, öylece dururdun pencerenin kenarında. Gözlerindeki kederi; binlerce gün hiç susmadan konuşsam, binlerce farklı cümle kursam anlatamam, hep bişey eksik kalır..

Sanki ya sokak, ya da sokağın sessizliği ile konuşur gibiydin.. Sahi, ne anlatırdı sana o daracık sokak?

O seninle konuşan sokaktan yürürken bakardım bazen ardından.. Adımlarını sayardım, öyle sakin, öyle sükunet içinde yürürdün ki, yürümüyordun da sanki, ayaklarının altında bir cisim, ağır ağır süzülüyordun o sokağın başına doğru.. Hareketlerin yavaş.. O kadar yavaş ki, gözünü açıp kapatman bile saniyeler alırdı..

Gözlerini bana dikerdin bir süre.. Bakışırdık.. Gülümserdin.. Gülümserdim.. Gülümserdim ama, içimi korkunç bir korku kaplardı.. O gözlere baktıkça - ela mıydılar?- senin gözlerine dönüşürdüm.. O gözlerine baktıkça -kahverengi miydiler?- , dünyaya o senin gözlerinle bakmanın dehşetine kapılırdım.. Evde kimin beni bekleyeceğini sorardım kendime.. Baktıkça o gözlerine, bir bardak su istemek için birini isterdim.. Kaç milyon kare sığmıştı ki senin gözlerine -ki baktığın yerler hep aynıydı- , kaç bin sokak - ki yürüdüğün sokaklar hep aynıydı-, kaç acı -ki, o adamı sevdin, en büyük acın oydu, onsuzluktu-, kaç bin aldanma -ki ne kadar da saftın-,.. Yer yarılsa, şaşırmayacak kadar sakindi gözlerin.. Gök yere dökülse bir tanrının avuçlarından,  dönüp bakmaya tenezzül bile etmeyecektin, o kadar kayıtsızdın.. Onca olan bitenden sonra, hiç bir olayın, üzerinde hiç bir ağırlık yapmayacak olmasına özenebilirim bile..

İki büklüm oturmalar, unutup unutup defalarca kıldığın namazlar, adımlarının yavaşlığı ve bir ayak sürümesi sesi.. Ne kadar da yaşlıydın ve ne kadar da sıkılırdın boşluğa bakmaktan..

Bilirdim, gençliğinde işgalci bir Fransız asker sevmişsin.. Hiç konuşmadan anlaşmışsınız.. Hiç konuşmadan, o işin bir olurunun olmadığında hemfikir kalmışsınız  ama hiç konuşmadan sevmişsiniz birbirinizi ve hiç konuşmadan ayrılmışsınız..Yıllar sonra, seni bir adamın 4. karısı etmişler. Hiç sevmeden 3 oğlan doğurmuşsun ona,ben birine baba diyorum..

Sen demek benim için, çocukluğum demek. "yaa habibi". Upuzun gepgeniş balkonda iki yanda boydan boya dizilmiş saksıkar, vita kutularındaki çiçekler demek, o çiçeklerin gübrelenmesi demek, ve her sabah, neredeyse daha karanlıkken ortalık, o çiçeklerin sulanması demek.. Yeni yıkanmış balkon demek.. Kocaman memeler demek.. Vali göbeğinin oradaki o küçük parktaki salıncak demek, yaz akşamları sıcaktan uyuyamayınca evin içinde,balkondaki sedirde korkmadan uyuyabilmek demek, derin derin iç çekmeler demek, ah etmek demek, hep sessizlik demek, pek konuşmamak demek, bir kase mayalanmış yoğurt demek..

Sen demek benim için, bir vicdan azabı demek, içimi her seferinde kemiren, hiç kurtulamadığım.. O deperemin olduğu gece.. Gece karanlıkta, herkes sokaktayken, bir tek senin aşağıdaki evin penceresinden dışarıyı izlemen, kimsenin aklına gelmemen demek ve koşarak seni almak için geldiğimde, tam o an şimşek çaktığında ve tam o an yeniden deprem olduğunda, ve tam o an sallanırken o camlar, senin korkuyla pencereyi yumruklaman demek, ve hiçkimseyi hiçbirşeyi umursamayıp can havliyle eve dalıp, o korkuyla ağır adımlarına eşlik etmek demek.. Çok korkmuştum, çünkü her an yeni bir artçı oluyordu ve sen çok yavaş yürüyordun.. Vicdan azabı demek, seni ilk depremde oradan alıp çıkarmamış olmak, o ikinci depremde seni evin içinde yalnız bırakmış olmak demek.. N'olur hepimizi affet.. N'olur hepimize hakkını helal et.. N'olur. ya habibi.

Kayıp bir hayattı seninkisi.. Ne zaman şu türküyü duysam, aklıma hızla düşersin ve ben çok üzülürüm: (en çok da aman demelerde)

Şu karşıki dağda, kar var duman yok.. Benim sevdiceğimde din var iman yok

Vardım baktım nazlı yarim evde yok..

Ver benim sazım efendim, ben gider oldum.. Süremedim lavantayı, konsola koydum..

Şu karşıki dağda, titrer dallar..

Benim gönlüm arzu çeker, tomurcuk güller..

Kader kısmet böyleymiş,ne yapsın eller..

Ver benim sazım efendim, ben gider oldum…süremedim lavantayı, konsola koydum..







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder