26 Aralık 2011 Pazartesi

neye içiyoruz?

bizi, birbirimizi bulmamız için hazırlayan hayatın ta kendisine.. hiç eskimesini istemediğim, gideceğim her yerde, kalbime asılı dolaşacağım o koyun koyuna fotoğrafımıza.. senin yüzündeki, asla ihanet etmeyeceğim gülümsemene.. içimden hiç çıkmasını istemediğim kelebeklere.. geç değil, erken değil, tam zamanında olan doğduğumuz günlere.. vazodaki güllere.. birbirimizi beklediğimiz dünlere.. birbirimizin yannda olduğumuz bugünlere..

ikimizin arasından gelip geçen her saniyeye.. evin salonunda dolanan ve yüzüme çarpan her notaya..

neye içiyoruz?

sadece düne değil.. sadece bugüne değil... yarına.. birlikte geçireceğimiz kışın en soğuk gününe.. bize, ısınmak için birbirimize ihtiyaç duyduğumuzu zannettirecek bütün soğuk gecelere.. mutlu günlerimize.. hiç eksilmeyecek zannettiğimiz huzurumuza..

yaralarımıza sonra.. acılarımıza.. yalnız geçirdiğimiz tüm günlere.. sesimizi kimsenin duymadığını düşündüğümüz karanlık sokaklara.. eskimiş adımlarımıza.. bizi birbirimize hazırlayan bütün karanlık günlerimize.. sayıklamalarımıza.. kan ter içinde uykulardan uyanmalarımıza..

neye mi içiyoruz?

bizi; evrendeki birbirinden en uzak noktada duran ikimizi, yanyana getiren ne varsa ona.. bizim birbirimize kalmamız için, kimler gitmişse; onlara.. biz, birbirimizi duyalım diye, kimler susmuşsa; onlara.. biz, birbirimizin yanında mutlu olalım diye, kimler bizi üzmüşse, hepsine..

şimdi senle ben.. ikimiz.. ikimiz olmayı becerebiliyoruz ya.. içmesek bile sarhoşum ben..

yeryüzünün en güzel çiçeği..

bak, sana ne diyeceğim;

dışarısı soğuk.. içini ısıtan biri var.. şükret..

dışardan geldiğinde o ve kabanının fermuarını açtığında sen, göğsünde sakladığı çiçeği gördüğünde ağlayacak gibi olsan da ağlama.. getirdiği her çiçeği kurut.. unutma, çiçekler kuru olsalar bile baharı hatırlatır insana..

şarkı söylerken, ağzından çıkanı kulağın duysun diye söyle.. evrendeki en küçük toz zerrecikleri gibi söylediğin şarkının, ciğerlerine dolduğunu göreceksin.

sol eliyle kulağının arkasına attığı saçının yeniden yüzüne düştüğü o anda gülümse..

sen gülümsediğinde, gülümsemenin onun yüzünde yarattığı gülümsemeyi hep önemse.. bir gün, gülümsemene kayıtsız kalırsa, üzül.

kalabalık içinde o gözden kaybolana kadar ardından bak.. bütün dünyanın durduğu anda bile, o nasıl yürüyebiliyor, şaşıracaksın..

o uyuduğunda onu izle.. tanrının bir meleği tasarlarken çizdiği eskizleri görmek herkesin başına gelmez, kıymetini bil.

onun varlığına o kadar da alışma.. yeryüzünde gitmeyen hiçbir şey yok.. mevsimler gidiyor, yıl diyoruz onlara, hava ayaklanıp gidiyor, rüzgar diyoruz. bulutlar bile gidiyor.. sonra söylemedi deme..

acaba yanılıyor muyum diye kendine sorup durma, yanılıyorsan da bu en güzel yanılman olacak.. sanırım o da seni seviyor..

bunu yapabilir misin, bilmiyorum, ama yapabilirsen eğer, onun yanında sana fazla gelen huzurun bir kısmını, onun olmadığı zamanlar için ayır..

sürekli ona dokunmaki, onu öpmek istiyosun, anlıyorum, ama biraz geri çekil, sıkılacak sonunda.. ya da sıkılırsa sıkılsın, keyfi bilir deyip, canın nasıl istiyorsa öyle yap.. bi karar ver bu konuda..

uyurken kabus gördüğünde, onu uyandır.. kabustan uyanan biri, onu kim uyandırırsa uyandırsın, onu sever, ama sen yine de piçlik yapma, bu durumdan faydalanmak için değil, onun kabus görmesini istemediğin için yap bunu..uyandır.. öp.. sonra geri uyut..

şimdiye dek yaptığın bütün yanlışları bir tarafa bırak, onu sev. onu sevdiğinde, bütün sevdalar temize çıkacak.. onu sevmek, bütün yanlışları götüren bir doğru gibi.. 

onu sev. bu yeryüzünün en güzel şeyi. 

24 Aralık 2011 Cumartesi

hediye..

tanrı sana bir hediye verdi.. bir gece bir sabaha bağlanırken.. sen dünyanın dışına adımlar atmaya başlamışken.. eskimiş bütün fotoğrafları, gizlendikleri köşeden bile çıkartıp atmışken sen... bir gece, her zamanki gibi yeni bir güne akarken usulca.. kendi toprağında usulca büyümüş bir çiçeği kucaklayıp da sana getirdi tanrı bir gece..

sen onu sev diye.. sen onu severken, şiirleri daha çok sev diye, şarkılar dilinin ucundan kalbine insinler diye, aldığın nefes çam koksun diye.. yağmurlu gecelerde kendini yalnız hissetme diye.. yaralarının  kendilerine edindikleri kabuk düşsün de, sızlanmalarının bir sonu gelsin diye.. karanlık bir kış gecesi kalbinin yerli yerinde durduğunu anlayasın diye.. tanrı, hiç üşenmeden, seni bütün diğer kullarından ayrı tutup da, seni sadece biraz gülümsetmek için, kendi elini uzatamayacağını farkedip, sana birinin elini verdi.. üzülme artık diye.. bütün üzülmelerini unut diye.. mutluluğun artık bir tanımı olsun diye..

sonra, kork diye.. hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmemesini hatırlayıp biraz üzül diye..

21 Aralık 2011 Çarşamba

gül kurutmak..

unutuyorsun ya bazen, burası hala yeryüzü.. seni buraya veren, seni buradan almadan tam önce, yaşamının tadını çıkart diye de şarkılar var, bunu unutma.. ağaçlar, kış ortasında açan güneş var.. daha başka bir çok güzel şey var.. onlarla birlikte kendini taçlandırasın diye de seni düşünen bir kalp sunuldu sana.. tanrım.. tam da vazgeçmişken..  tam da, yaşadığın ana kadarki bütün şanslarını bir çöp torbasına doldurup, kapınının önüne bırakmak için kapını açmışken..sen kapıyı eskileri atmak için açtığında, içeri girene şaşkınlıkla bakmaktan başka ne yapabilirsin ki?

bak, buradasın hala.. yağmurdan sonra, denizden hemen önce.. elin bir elin içinde.. elin bir elin sıcaklığında.. hayat bazen öyle bir el uzatıyor ki sana, tuttuğun hayatın eli mi, onun eli mi karıştırıyorsun ya bazen; uyanıp uykundan gözünü açıyorsun, inceden bir ışık sızıyor yanındaki gezegenin karanlık tarafına.. tanrım.. yalnız değilsin işte.. ve yalnızlığa hiç bu kadar uzak durmamışsın sanki şimdiye kadar.. tanrım.. o konuştukça çoğalıyorsun..

şaşırıyorsun bazen ya, bir gülü kurutup saklıyorsun.. daha ne olsun?

13 Aralık 2011 Salı

denize doğru

gülümsüyorsun; görmezden gelmemi bekleme.. bir akşam üzeri, evine dönen adımlarını sayarken, yahut bir işgünü telaşında herhangi bir yerden başka herhangi bir yere giderken, kendine dair hiçbir ipucu vermeden yağan yağmuru farkeder gibi farkediyorsun bunu ve işin tuhafı sen bile yadırgıyorsun.. ne kadar zaman geçmiş kendini gülümserken -suçüstü- yakalamayalı.. kaç kıştan arda kalan kaç üşümek gelip de sığınmış koynuna, artık hesabını yapmak istemiyorsun, farkındayım..


kendini koyu ve sefil bir kışa hazırlamakla geçen son zamanlarını bir daha düşün.. kış, kışa hazırlanmaya başladığın andan itibaren üşütmeye başlıyor, bunu biliyorsun artık.. bir de bilsen ya, yeryüzünün iklimi vardır ama insanın iklimi yoktur. bilsen ya, senin kalbin, kışın ortasında bir bakarsın baharı getirir, küreler kapının önüne de, bir çiçek kokusu başını döndürür.. 


bak, burada ortalık yerde duran bir kalp var, seni düşündükçe içini ısıtan.. 
gör, adımlarının sayısı arttıkça, eskiyor zaman..
duy, bir araya gelmiş birkaç notadan oluşan bir şarkı değil artık hayat, bach'ın o en sevdiğin eseri..
dokun, yanıbaşında uykusunda bir dünya dönüyor, ekseni kayıp..
dinle, yeryüzünün sana anlattıracak çok güzel hikayeleri var, ve sen hepsinde çok güzelsin..


şimdi bırak kendini o ırmağın akışına.. deniz başlayacak birazdan..



6 Aralık 2011 Salı

Van.. Acı(tan) Van.. Ağrı(tan) Van..


gördüm..

yeryüzü denen cennetin, nasıl da bir anda cehenneme dönüşebileceğini gördüm.. çocukların çok olduğu bir şehri, yere basan çocuk ayaklarını, üşümekten kızarmış yanaklarını, ellerinin buza kestiğini gördüm.. o çocukların annelerinin çaresizliklerini, babalarının hiçbir şey yapamamaktaki kahırlarını gördüm.. 


bir şehir nasıl silinir, bir şehir nasıl sindirilir, koca bir şehir,  nasıl hayalet bir şehir olur, gördüm..  


insanın doğa karşısındaki çaresizliğini gördüm..  


sanki tanrı, yeryüzündeki bütün kötülüklerin intikamını almak istemiş de, o güzel çocukların yaşadığı şehri seçmişti.. yerin yedi kat altından seslenip yeryüzüne, toprağı sarsmış, evleri yıkmış, bir şehri sokağa atmıştı..


tanrı, yanılıp da, yanlış bir kocadan bir kötülük doğurup, sonra da avazı çıktığı kadar bağırmıştı.. bir çığlık daha.. sonra bir tane daha... kul dediğin, tanrı iyiyken bile ondan korkarken, kötülüğünden nasıl aman dilemez? bir şehrin çocuklarının, tanrıdan korktuğunu gördüm.. kar yağarken.. bembeyazken ortalık..


evlerin, gecekonduların, apartmanların, insanları sokaklara kustuğunu gördüm..


çocuklar gördüm.. üşüyorlardı.. hem utançtan hem soğuktan kızaran yüzlerini annelerinin eteklerinin ardına sakladıklarını gördüm.. yoksuldular ya, yoksulluklarını farkında bile değillerdi.. sütten kesilmiştiler.. anneleri onları sütten kesmeden çok önce, onlar hayattan umutlarını kesmşitiler..


çocuklar gördüm.. bir şehrin yıkık duvarları arasında oynuyorlardı..


çocuklar gördüm.. hastaydılar.. ateşliydiler.. ateşlerinin düşmesi, ancak o yangının söndürülmesiyle mümkündü..


en çok çocukları gördüm diyorum ya.. o çocukların annelerinin isyanını daha çok gördüm.. dillerini bilmiyordum.. ama ne dediklerini biliyordum.. o kadınların anlattıklarını anlamıyordum.. ama acılarını görüyordum.. gözyaşlarını görüyordum.. acıyı görmek, geri kalanı bilmeyi gerektirmiyor bazen.. acıya dokunmak, başka bir şeye dokundurmayı gereksiz kılıyor bazen..


sonra, kafamı bir kalırdım, pırıl pırıl bir gökyüzü gördüm.. hava o kadar soğuktu ki, siz olsanız, gökyüzünü donmuş, yıldızları da kristalden elmalar olup göğün eteklerine düşmüş sanırdınız..  öyle muhteşem bir gökyüzünün altına, o kadar büyük bir acı yakışmıyordu işte.. tanrı bu sefer manzarada yanılmıştı..


yaşlı kadınlar gördüm.. acıya alışkındılar.. öyle mağrur duruyorlardı ki.. öyle kırılmaz bir çiçek gibi açmışlardı ki yeryüzünde, gözlerine baksanız, acıyla oracıkta tanışırdınız..


yıkılan evler gördüm.. içlerindeki binbir çeşit umutla birlikte yıkılmışlardı..


ekmek dağıtılan kuyruklarda, çocuklarını saklayıp koyunlarına, saatlerce bekleyen kadınlar gördüm.. biri otuz yaşında yedinci çocuğunu doğurmak üzereydi..


onca yokluğa rağmen, kapılarını çalan hiç tanımadıkları insanları kucaklayan, en içten halleriyle, kendilerine bile yetmeyecek sofralarındaki aşa ortak etmek için yalvaran insanlar gördüm, herşeye rağmen gülerek karşılıyorlardı gelenlerini..
yıkılmış bir şehirde mutlu olan tek bir insan yokken, dağlara yazılmış "ne mutlu türküm diyene" yazısını gördüm..
üç yaşlı adam gördüm.. üçü de esmerdi.. birinin gözleri çok güzeldi.. birinin cebinden üç buçuk lira çıktı, birinden iki lira.. gözleri güzel olan, mümkün olsa, satacaktı umutlarını bir bir tanesi elli kuruşa..
görseydiniz, sanırdınız ki, tanrı insanlığın işlediği bütün günahların intikamını oradan,o şehirden almış. O şehrin çocuklarından.. O şehrin yoksullarından.. O şehrin, gidecek hiçbir yeri olmayanlarından.. çekilmeyen çürük bir diş gibi saplanıp kalmışlardı ve kendi sancılarını kendileri çekiyorlardı..

siz cehennemin, sıcak ve yakıcı olduğunu düşüne durun.. cehennem oradaydı.. soğuktu.. ve yakıcıydı.. çocukların çıplak ayaklarının toprağa bastığı yerdeydi cehennem.. o çocukların annelerinin isyan çığlıklarındaydı cehennem.. soğuk bir çadırın içindeki hasta iniltisindeydi.. yitip gitmiş bütün umutların solgunluğundaydı.. evlerini, annelerini, evlatlarını kaybetmiş insanların gözlerindeki soğuktan donmuş gözyaşlarındaydı cehennem.. dokunulmaz acılarında, ısınmaz çadırlarında ve kabuk tutmaz yaralarındaydı..

siz cehennemin öte dünyada, alev alev yakacağını düşüne durun, cehennem Van'da, soğuktan tir tir titreterek yakıyordu..

tanrım merhamet et... affet bizi tanrım.. şimdiye dek işlediğimiz bütün günahlarımızın cezasını o topraklara çektirme.. bize ders çıkartacağımız başka ve daha güzel olaylar göster.. bu kadar acı, o kadar az toprak için çok fazla tanrım.. merhamet et.. üşütme o çocukları.. mucizeni göster ve bu kış gününde, güneşi as o pırıl pırıl gökyüzüne tanrım.. önce çocuklardan başla.. önce o çocukların çıplak ayaklarından başla ısıtmaya, sonra eline yumuşak bir peçete al tanrım, ve silmeye çocukların burunlarından başla, kadınların gözyaşlarından devam et.. merhamet et tanrım..

cehenneme inandırdın bizi.. ama bir günah işlersek cehennemi göreceğimize inandırdın.. o çocuklar ne günah işlemiş olabilirler ki tanrım.. gördüm. pırıl pırıldı gözleri.. tertemizdi..

tanrım.. o kadar perişanlık fazla tanrım.. o kadar yokluk.. o kadar soğuk.. o kadar kayıp.. o kadar acı.. çok fazla tanrım.. merhamet et..

merhamet et tanrım..




1 Aralık 2011 Perşembe

yumuşak bi'şey..

birinin aşkı, başkasının ağzındaki elma tadına benzer bazıları ve ne zaman bir diş geçse yumuşak bir meyveye, orada başlar sevişme..

kapılar var ne çok.. ve ne çok sesleri var kapıların.. bir anahtarın açılması.. bir kapı gıcırtısı..  kapılardan gelen seslerin sırası belirliyor yalnızlıkları bazıları... önce dış kapı, sonra evin kapısının sesi geldiyse, evlerde tek kişilik değildir artık battaniyeler, ve üşümeler ten kamaşmasıyla geçer..son duyulan dış kapının sesiyse, işte o zaman kapınızdan çıkanın ardından yalnızlığınız gelir, hoşgelir..

ben istedim ki, bir kalp, bir nar çiçeği gibi asılsın kalbime ve çatlayana kadar nar, sarıp sarmalasın beni geceleri sabahlara kadar o yar..

istedim ki ben, bir kış vakti, karnımda ısınsın soğuktan olmasa da yalnızlıktan üşüyen bir çift el..