gördüm..
yeryüzü denen cennetin, nasıl da bir anda cehenneme dönüşebileceğini gördüm.. çocukların çok olduğu bir şehri, yere basan çocuk ayaklarını, üşümekten kızarmış yanaklarını, ellerinin buza kestiğini gördüm.. o çocukların annelerinin çaresizliklerini, babalarının hiçbir şey yapamamaktaki kahırlarını gördüm..
bir şehir nasıl silinir, bir şehir nasıl sindirilir, koca bir şehir, nasıl hayalet bir şehir olur, gördüm..
insanın doğa karşısındaki çaresizliğini gördüm..
sanki tanrı, yeryüzündeki bütün kötülüklerin intikamını almak istemiş de, o güzel çocukların yaşadığı şehri seçmişti.. yerin yedi kat altından seslenip yeryüzüne, toprağı sarsmış, evleri yıkmış, bir şehri sokağa atmıştı..
tanrı, yanılıp da, yanlış bir kocadan bir kötülük doğurup, sonra da avazı çıktığı kadar bağırmıştı.. bir çığlık daha.. sonra bir tane daha... kul dediğin, tanrı iyiyken bile ondan korkarken, kötülüğünden nasıl aman dilemez? bir şehrin çocuklarının, tanrıdan korktuğunu gördüm.. kar yağarken.. bembeyazken ortalık..
evlerin, gecekonduların, apartmanların, insanları sokaklara kustuğunu gördüm..
çocuklar gördüm.. üşüyorlardı.. hem utançtan hem soğuktan kızaran yüzlerini annelerinin eteklerinin ardına sakladıklarını gördüm.. yoksuldular ya, yoksulluklarını farkında bile değillerdi.. sütten kesilmiştiler.. anneleri onları sütten kesmeden çok önce, onlar hayattan umutlarını kesmşitiler..
çocuklar gördüm.. bir şehrin yıkık duvarları arasında oynuyorlardı..
çocuklar gördüm.. hastaydılar.. ateşliydiler.. ateşlerinin düşmesi, ancak o yangının söndürülmesiyle mümkündü..
en çok çocukları gördüm diyorum ya.. o çocukların annelerinin isyanını daha çok gördüm.. dillerini bilmiyordum.. ama ne dediklerini biliyordum.. o kadınların anlattıklarını anlamıyordum.. ama acılarını görüyordum.. gözyaşlarını görüyordum.. acıyı görmek, geri kalanı bilmeyi gerektirmiyor bazen.. acıya dokunmak, başka bir şeye dokundurmayı gereksiz kılıyor bazen..
sonra, kafamı bir kalırdım, pırıl pırıl bir gökyüzü gördüm.. hava o kadar soğuktu ki, siz olsanız, gökyüzünü donmuş, yıldızları da kristalden elmalar olup göğün eteklerine düşmüş sanırdınız.. öyle muhteşem bir gökyüzünün altına, o kadar büyük bir acı yakışmıyordu işte.. tanrı bu sefer manzarada yanılmıştı..
yaşlı kadınlar gördüm.. acıya alışkındılar.. öyle mağrur duruyorlardı ki.. öyle kırılmaz bir çiçek gibi açmışlardı ki yeryüzünde, gözlerine baksanız, acıyla oracıkta tanışırdınız..
yıkılan evler gördüm.. içlerindeki binbir çeşit umutla birlikte yıkılmışlardı..
ekmek dağıtılan kuyruklarda, çocuklarını saklayıp koyunlarına, saatlerce bekleyen kadınlar gördüm.. biri otuz yaşında yedinci çocuğunu doğurmak üzereydi..
onca yokluğa rağmen, kapılarını çalan hiç tanımadıkları insanları kucaklayan, en içten halleriyle, kendilerine bile yetmeyecek sofralarındaki aşa ortak etmek için yalvaran insanlar gördüm, herşeye rağmen gülerek karşılıyorlardı gelenlerini..
bir şehir nasıl silinir, bir şehir nasıl sindirilir, koca bir şehir, nasıl hayalet bir şehir olur, gördüm..
insanın doğa karşısındaki çaresizliğini gördüm..
sanki tanrı, yeryüzündeki bütün kötülüklerin intikamını almak istemiş de, o güzel çocukların yaşadığı şehri seçmişti.. yerin yedi kat altından seslenip yeryüzüne, toprağı sarsmış, evleri yıkmış, bir şehri sokağa atmıştı..
tanrı, yanılıp da, yanlış bir kocadan bir kötülük doğurup, sonra da avazı çıktığı kadar bağırmıştı.. bir çığlık daha.. sonra bir tane daha... kul dediğin, tanrı iyiyken bile ondan korkarken, kötülüğünden nasıl aman dilemez? bir şehrin çocuklarının, tanrıdan korktuğunu gördüm.. kar yağarken.. bembeyazken ortalık..
evlerin, gecekonduların, apartmanların, insanları sokaklara kustuğunu gördüm..
çocuklar gördüm.. üşüyorlardı.. hem utançtan hem soğuktan kızaran yüzlerini annelerinin eteklerinin ardına sakladıklarını gördüm.. yoksuldular ya, yoksulluklarını farkında bile değillerdi.. sütten kesilmiştiler.. anneleri onları sütten kesmeden çok önce, onlar hayattan umutlarını kesmşitiler..
çocuklar gördüm.. bir şehrin yıkık duvarları arasında oynuyorlardı..
çocuklar gördüm.. hastaydılar.. ateşliydiler.. ateşlerinin düşmesi, ancak o yangının söndürülmesiyle mümkündü..
en çok çocukları gördüm diyorum ya.. o çocukların annelerinin isyanını daha çok gördüm.. dillerini bilmiyordum.. ama ne dediklerini biliyordum.. o kadınların anlattıklarını anlamıyordum.. ama acılarını görüyordum.. gözyaşlarını görüyordum.. acıyı görmek, geri kalanı bilmeyi gerektirmiyor bazen.. acıya dokunmak, başka bir şeye dokundurmayı gereksiz kılıyor bazen..
sonra, kafamı bir kalırdım, pırıl pırıl bir gökyüzü gördüm.. hava o kadar soğuktu ki, siz olsanız, gökyüzünü donmuş, yıldızları da kristalden elmalar olup göğün eteklerine düşmüş sanırdınız.. öyle muhteşem bir gökyüzünün altına, o kadar büyük bir acı yakışmıyordu işte.. tanrı bu sefer manzarada yanılmıştı..
yaşlı kadınlar gördüm.. acıya alışkındılar.. öyle mağrur duruyorlardı ki.. öyle kırılmaz bir çiçek gibi açmışlardı ki yeryüzünde, gözlerine baksanız, acıyla oracıkta tanışırdınız..
yıkılan evler gördüm.. içlerindeki binbir çeşit umutla birlikte yıkılmışlardı..
ekmek dağıtılan kuyruklarda, çocuklarını saklayıp koyunlarına, saatlerce bekleyen kadınlar gördüm.. biri otuz yaşında yedinci çocuğunu doğurmak üzereydi..
onca yokluğa rağmen, kapılarını çalan hiç tanımadıkları insanları kucaklayan, en içten halleriyle, kendilerine bile yetmeyecek sofralarındaki aşa ortak etmek için yalvaran insanlar gördüm, herşeye rağmen gülerek karşılıyorlardı gelenlerini..
yıkılmış bir şehirde mutlu olan tek bir insan yokken, dağlara yazılmış "ne mutlu türküm diyene" yazısını gördüm..
üç yaşlı adam gördüm.. üçü de esmerdi.. birinin gözleri çok güzeldi.. birinin cebinden üç buçuk lira çıktı, birinden iki lira.. gözleri güzel olan, mümkün olsa, satacaktı umutlarını bir bir tanesi elli kuruşa..
görseydiniz, sanırdınız ki, tanrı insanlığın işlediği bütün günahların intikamını oradan,o şehirden almış. O şehrin çocuklarından.. O şehrin yoksullarından.. O şehrin, gidecek hiçbir yeri olmayanlarından.. çekilmeyen çürük bir diş gibi saplanıp kalmışlardı ve kendi sancılarını kendileri çekiyorlardı..
siz cehennemin, sıcak ve yakıcı olduğunu düşüne durun.. cehennem oradaydı.. soğuktu.. ve yakıcıydı.. çocukların çıplak ayaklarının toprağa bastığı yerdeydi cehennem.. o çocukların annelerinin isyan çığlıklarındaydı cehennem.. soğuk bir çadırın içindeki hasta iniltisindeydi.. yitip gitmiş bütün umutların solgunluğundaydı.. evlerini, annelerini, evlatlarını kaybetmiş insanların gözlerindeki soğuktan donmuş gözyaşlarındaydı cehennem.. dokunulmaz acılarında, ısınmaz çadırlarında ve kabuk tutmaz yaralarındaydı..
siz cehennemin öte dünyada, alev alev yakacağını düşüne durun, cehennem Van'da, soğuktan tir tir titreterek yakıyordu..
tanrım merhamet et... affet bizi tanrım.. şimdiye dek işlediğimiz bütün günahlarımızın cezasını o topraklara çektirme.. bize ders çıkartacağımız başka ve daha güzel olaylar göster.. bu kadar acı, o kadar az toprak için çok fazla tanrım.. merhamet et.. üşütme o çocukları.. mucizeni göster ve bu kış gününde, güneşi as o pırıl pırıl gökyüzüne tanrım.. önce çocuklardan başla.. önce o çocukların çıplak ayaklarından başla ısıtmaya, sonra eline yumuşak bir peçete al tanrım, ve silmeye çocukların burunlarından başla, kadınların gözyaşlarından devam et.. merhamet et tanrım..
cehenneme inandırdın bizi.. ama bir günah işlersek cehennemi göreceğimize inandırdın.. o çocuklar ne günah işlemiş olabilirler ki tanrım.. gördüm. pırıl pırıldı gözleri.. tertemizdi..
tanrım.. o kadar perişanlık fazla tanrım.. o kadar yokluk.. o kadar soğuk.. o kadar kayıp.. o kadar acı.. çok fazla tanrım.. merhamet et..
merhamet et tanrım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder