30 Ağustos 2011 Salı

Annem'e..


Annem'e..


Varlığın, en alevli anlarımda içime su serpiyor akşamüstleri.. En karanlık anımda "çıt" diyor ve ışığı açıyor varlığın.. Yıllanmış eski bir çınar ağacı gibisin; gölgesinde uyuduğum, sırtımı yasladığım, ve rüzgarlı şarkısını dinlediğim.. Yıllanmış, eskimiş, eskidikçe güzelleşmiş, koca dallarıyla bütün varlığımı sarıp sarmalayan, iyiliklerden ve güzelliklerden bahseden, gözlerini gözlerimden ayırdığı ilk anda benim baktığım yere bakan...

Dünya yıkılsa diyorum, sen yıkılmazsın.. Herkes gitse, sen gitmezsin.. Korksam, yalnız kalsam, kaldırımlarda uyusam, ağlasam, gülsem, dans etsem, ağız dolusu küfretsem, karanlıklarda kalsam, alıp başımı gitsem, geri dönmesem, döndüğümde tanıdığım kimse kalmamış olsa.. Sen hep oradasın.


Varlığın annem, bir denizcinin, karanlık sulara açılmadan önce, kaybolmamak için yaktığı fener gibi.. Ne zaman kaybouldum desem, ardıma döndüm, ışığını gördüm, döneceğim yeri bildim.. Yitip gitmediysem, senin sayende..

O kadar yalnızım ki, iki kişiyi kalabalık zannediyorum.

O kadar yalnızım ki, insanım yok bari bi kedim olsun diyorum,

O kadar yalnızm ki, birisi yüzüme baksa, hemen gülümseyiveriyorum,

O kadar yalnızım ki, varlığım tek başına bir ada bu insan denizinde,


Bir tek senin varlığın annem, keskin bir kılıç gibi söküp atıyor bu kadar büyük bir yalnızlığı.. Şimdi bi düşün bakalım ne kadar kalabalıksın benim için..


Varlığım, varlığına armağan olsun..


29 Ağustos 2011 Pazartesi

Şefkat, elma, şiir.. Hepsi bu..

Bir rakı havası var burada. Bir serinlik, bir rüzgar sorma gitsin.. Yeni evimde bahçede oynaşan yapraklar, hayatın o kadar da kötü olmadığını anlatıyor bana gün boyu, anlıyorum da laf aramızda..

Yer yarılsa senden bileceğim, gök yarılsa aşktan demek isterdim ya, ne yer yarıldı ne gök. Yakındır Eylül'ün yağmur getirmesi, yeri göğü inletmesi.. Şimdilik sokaktan gelip geçenlerden başka kimsem yok..

Bir çizik attım karanlığa yıldız kaydı sandınız..
Bir su damlası düştü, sonbahar..
Aşk ateşi yaksa kalbinizi, işte size cehennem..

Oysa ki, hafif olmak var.. Karanlık gecelerin ürpertisi var.. Şefkat var.. Elma var.. Şiir var..

Hepsi bu..




28 Ağustos 2011 Pazar

Naciye'nin şarkısı

"Boşuna uğraşıp durma Naciye, Rita Hayworyt'a benzeyeceğim diye. O boy aynalarında süsler kendini, sen pencere canımda.. Onu hanoğlu han sever, seni ben.."


Gel etme Naciye, benzeme Rita Hayworth'a..


Senin saçlarında fesleğen kokusu, ellerinde tütün sarısı.. Yine bitti cigaramın yarısı. Dilimin ucunda bir sevda şarkısı.. Dinmeyen bir kalp ağrısı..


Aşk diyorum Naciye; senin küçük ellerinde işlenmiş bir dantel gibidir..
Senin entarinin çiçeği senin yüzünle birleşince, kainatın en güzel çiçeğidir...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Yalnız ölmek mi?

Birazdan sokağa çıkıp, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç karşıma çıkacak ilk insana  "Pardon, bu gece yanımda uyur musunuz?" diye sorabilirim, o derece korkuyorum..

Kendi kendimi, yalnız ölmenin o kadar da kötü olmadığına ikna etsem, bütün bunlar olmayacak. Yalnızlığı bütün asaletiyle yaşayan bir canlının en  muhteşem ve görkemli sonu, yalnız ölmek olsa gerek. O kadar da kötü değildir belki  kimbilir.. Kaç kişi, ölürken yanında olanlardan memnundu, kaç kişi bunu kıymetli buldu, ya da kaç kişi, o ölüm anında yalnız kalmak istedi, bunu bilen yok.. Nasılsa, her ölüm kendini yaşıyor. Toplu ölümlerde bile, herkes kendine ölüyor..Ölümün kendisi o kadar yalnız bir şeyken, yalnız ölmek mi??

Belki o kadar da kötü değildir, kimbilir?

25 Ağustos 2011 Perşembe

Yeni hayat

Duvarlarına uzun uzun baktığınız bir evin duvarlarıyla son kez bakıştığınızı biliyorsanız, o evden ayrılıyorsunuz demektir, ve her ayrılıkta bir miktar hüzün vardır, olmalıdır.

Çünkü yaşadığınız herşeyde kendinizi yaşar, dokunduğunuz herşeyde biraz  kendinize dokunur ve sevdiğiniz her insanda biraz da kendinizi seversiniz.. Geriye dönüp baktığınızda, yaşadığınız halinizi sevmeyeceğinizi anladığınız an, yol önünüze sere serpe serilir, ve terk edersiniz içinde bulunduğunuz durumu, evi, sevgiliyi..

Eşyalarım sonunda toplu. Yarın yeni bir eve gitmek için hazırız. Yarın yeni bir hayat başlayacak. Küçücük bir balkonda sardunya yetiştirip, az ama öz olan kim varsa onlarla kahvaltı edeceğim.

Tanrım.. Bana oradan biraz huzur hazırlar mısın? 2 porsiyon olsun lütfen.. Soğanlı ve acılı..


22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir insan ömrü kaç karış toprak eder?

Bir insan ömrü kaç karış toprak ediyor, bileniniz varsa beri gelsin..

Onca yıldır şiddetin çözemediğini, biraz daha  şiddetli bir şiddetin çözmesini beklemek, bunu ummak, daha da fenası halkta da bu beklentiyi yaratmak bu dünyayı daha iyi biryer yapacak mı?

Bunca insan ölüyor...Sahi, bunca ölen insandan bahsedince anlaşılıyor mu kimden bahsettiğim? Şehit demiyorum.. Terörist hiç demiyorum.. Gerilla demiyorum..İnsan diyorum.. 

Orada, bağrımızın orta yerinde bir yangın var içimizi yakan ve o yangın orada durdukça gülemiyoruz ağız dolusu.. "gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir" dizesi ne zaman bir çiçek gibi büyütülecek bu topraklarda? 

Tanrım.. Bugünlerde ülkemizde öldürmeye giderken öldürülen insanlar oluyor... Hangisinin bir daha olmaması için dua etmemizi istersin?



Gün aydın..

Bir de böyle bazı sabahlar var.  İnsanların birbirlerine, güneşin günü aydınlattığını hatırlatmak için "günaydın" dedikleri.. Sırf "gece de karanlıktı" diye aklımdan geçtiği için gülümsüyorum bazen aydın günlere..

Gecenin sabaha bağlanışına şahitlik ettiyseniz  ve bu şahitliğinizin bir şahidi yoksa, işte en çok o zaman yalnızlık dikeni batıyor içinizde biryerlere..  Akşamları, yemeğinize sarmısaklı yoğurdun eşlik etmesinde bile, yalnızlığınıza dair bir anlam çıkartabiliyorsunuz.

Hayır, yalnızlıkla ilgili onca şey yazılmış, çizilmişken, onlara yenisini eklemek değil niyetim. Dışarıdaki kuş cıvıltısına özenmişlik var bunların altında..

21 Ağustos 2011 Pazar

ya şarkılar olmasaydı?

Her ezgisinin göğü çizdiği, her notasının üzerime bir yağmur damlası gibi düşürüp, beni yıkayıp temizleyip, çizdiği göğümde bir gök kuşağı açtıran, derin bir mezar kazıp, beni içine bi güzel yerleştirip, bi güzel üzerimi toprakla örten, bir dolabın içine saklayan, aynı dolabın içindeyken ben, kapağı aralayıp, tutup elimden çekip çıkaran, bir dağın başında dolaştıran mesela, pasifik okyanusunun tam ortasında ayışığını omuzuma düşüren, ellerini daldırıp içime yüreğimi söküp benden uzaklara fırlatan, ve o yürekten başka bir ben yaratan, durup dururken gülümsettiği gibi, durup dururken ağlatan, duvarları izlettiren, insanları sevdiren, sessizliğe muhtaç bırakan, dans ettiren, içimdeki denizi hoyrat bir fırtınayla dalgalandıran, aklımın rüzgarını başak tarlalarında savuran, bir gün batımı günebakan tarlasında öğle uykusuna daldıran, bir portakal ağacının altından baktığımda bulutları güzel şeylere benzeten, koku getiren,  çocukluğumdan bir anıyı hatırlatan, annemi hatırlatan, annemi hatırlattıkça içinden kocaman bir nehir geçiren, yemeğime tuz, göğsüme nefes, canıma yoldaş, yoluma ışık, karanlığıma nem, çiçeğime yağmur şarkılar var...
Olmasalardı, taş olmayı tercih edebilirdim..


20 Ağustos 2011 Cumartesi

"darmadağınık" güzel bir kelimedir..

ev o kadar dağınık o kadar dağınık ki; sanki bin yıldır yolda olan bir kervan, bir anda atmış kendini sereserpe yerlere..


ev o kadar dağınık o kadar dağınık ki; bin yıllık toz, bin yıllık dumana katılıp, tavandan dökülmüş aşağıya..


ev o kadar dağınık o kadar dağınık ki, hangi eşyayı kaldırsan, altından bir anı kaçıverecek süpürgeliğe...






o kadar dağınık ki ev, insanın hatırlamadığı, ama eşyanın hatırladığı bir gecenin sabaha bağlandığının farkında bile değilim, ezanı ikindi sandım..






dağınık ki o kadar ev, bu kadar da olmaz diyecek, benimkilerden başka bir çift gözün daha olmamasına bozulacağım, hayatımdan memnun olmasam..






dağınık işte ev.. bunda, o kadar da bozulacak bişey yok...










19 Ağustos 2011 Cuma

Beşiktaşlı doğmadım ben

Yıllar önce yazdığım bir yazı... sonra baktım birçok kişi tarafından kopyalanmış.. Sahip çıkayım dedim..

Çocuktum o zamanlar, bilmezdim renkleri, renk ayrımlarını, ama yine de siyahla beyazın uyumunu severdim. Birini diğerinden ayırt etme, ayrı tutma ihtiyacı içinde değildim, ama yine de siyah gece, beyaz gündüz, siyah beyaz yaşamdı.

Büyüdüm sonra. İnsanlar tanıdım, eş, dost, aile ahpabı.

Kimilerini severdim, kimilerini sevmezdim. Kazık yediklerim de oldu, kötü günlerimde arka çıkanım da ilk gençlik yıllarımda. Şimdi farkediyorum ki, kimi sevdiysem Beşiktaşlıymış meğer. Kötü günlerde uzanan tüm dost elleri, siyahla beyaza, gündüzle geceye yani yaşama gönüllüymüş meğer.

Gençlik yıllarında söylediğim devrimci marşları statta duydum, “gün oldu hep uyandık” diyordu çocuklar

Savaşa hayır dedim, “Çarşı savaşa karşı” dediler

Kendimle çelişip kendime kızdığım bir gündü “Çarşı kendine bile karşı” pankartını gördüğümde.

Sevgi emektir derdim, en kara kışta zemheride gördüm destek olmanın ne olduğunu.

Yazılan her bestede bir kez daha tanık oldum tutkunluğun derecesine.

Atılan her sloganda parlayan zekayı sevdim ben.

Hayatla küs olduğumda, hayatın kendisiyle dalga geçenleri gördüm taraftarlar arasında.

"Çarşı"nın A'sındaki anarşizan tavırdı gönlümü çalan.

Tüm bunların ardından, iyiden, sevgiden, emekten, kardeşlikten yana olan Beşiktaş taraftarından biri olmasaydım da ne yapsaydım ki.

Beşiktaşlı doğmadım ben,

Beşiktaşı seçtim, bütün aklım, mantığım ve yüreğimle..

Yüreğime, aklıma, sevgime sağlık.. Ne iyi etmişim...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

kibrit kavından yangın var..!

Hadi, biraz gidelim.. Yollara düşelim.. Yollara düşürüp bakışlarımızı, yerlere serilip birbirinin peşi sıra akan şeritler üzerinden geçip, yeni bir yerde alalım yeni nefeslerimizi..


Gittiğimiz yerin gecesi güzel olsun. Gündüzlerin tanesini 5 kuruşa eskiciye satıp, üstüne az daha geçmiş günlerden bozdurur, gece alır, paramız yeterse de yıldız kondururuz göğümüze..
 

Şu birbirimize baktığımız fallarda çıkan yolları içip, telvesinden güzel haberler alalım.. Alalım da görelim bakalım, hayatımız hangi fincanın dibinde, hangi şiirin satırları arasında karşılık bulacak..


Ben artık büyük yangınların bile yakamadığı kalplere değil, bir kibrit kavından yangın çıkaran kalplere düşmek istiyorum..

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Eylül, yaprakların hep oldukları yerden başka biryerlerde.. yerlerde olmasıymış....

Günlerdir evde yemek pişirmiyor, karanlığı yarattıysa, tanrının da bir bildiği vardır diye akşamları karanlıkta oturuyorum.. Hal böyle oluca da, insanın aklına gidilmiş ve gidilecek yollar, yaşanmış ve yaşanacak aşklar, okunmuş ve okunacak kitaplar ışık tutuyor.. Aydınlık dediğin şey nedir ki bebeem.. İnsanın görmesini sağlayan şey ise eğer aydınlık, insanın zihni, bütün karanlıkları aydınlatmaya yetecek kudrete sahip, bunu öğrendim..


Eylül'e az zaman kaldığını bilmek insanın bir işine yaramıyor işte.. O gün, yağan yağmurda, yere düşmüş iki yaprağı alıp yanıma, ikisini de sevdiğim iki insana verdim.. Demek ki neymiş? Eylül, yaprakların hep oldukları yerden başka biryerlerde; yerlerde olmasıymış....


Eylül'e bu yoldan gidilir..: http://www.youtube.com/watch?v=xHR1Wqt54gI



hız..


Gör bak, nasıl da geçiyor günler sağımızdan solumuzdan.. Bazen, daha dün gibi gelen bir doğum haberinin ardından, karşında kocaman bir insan gördüğünde anlıyorsun zamanın hızına yetişemediğini. Çok şükür ki, bazı şeyler kendiliğinden oluyor.. Yoksa, aralarda nefes almayı hatırlamız gerekseydi, çoktan ölüydük hepimiz..
Öte yandan, yıllar bu kadar hızlı geçerken, günler nasıl oluyor da böyle havada asılı kalıyor, bunu anlamıyorum.. O gün yağmur yağsa; su, havada asılı kalan sıkıntıyı alıp toprağa yedirecek. . Çok sonradan anladım; yağmurdan sonraki ferahlığın bundan sebep olduğunu..

13 Ağustos 2011 Cumartesi

yetiyor..

Tam da ölmeden bikaç saniye önce, yanımda biri olsun, ve ben bütün hayatımdan öğrendiğim en güzel gülümsemeyle "kimse üzülmesin, nefis bir hayat yaşadım" diyebilmeyi istiyorum.

Arjantin'de tango yapmayı çok isterdim... Denizin üzerinde yürümeyi.. Ayı, ayçiçeği çekirdeğine tabak yapmayı.. Boğaz köprüsünün üzerinde, ses yalıtımı olan küçük bir evimin olmasını... çok isterdim..

Bunlar olmadı belki.. Varsın olmasın.. Kimseye olmuyor zaten..

Olanlara baktım.. Çoğu çok güzeldi.. Yetti..

Buralardayım hala.. ve ne iyi..

bahşedilecekler listesi.

şimdi yalan yok ya, orada olmanızı isterdim. iki cümle benden iki cümle sizden, geçinir giderdik.. ne işimizden ne gücümüzden efendim.. değil bunlardan.. karanlık yolda yürürken düşündüklerimizden.. koca bir ağacın ayışığına battığı akşam serinliklerinden.. dalgaların bize ulaşamadığı kumsallardan.. kedilerin canlarının sayısından.. çekirgelerin kaç zıpladığından.. şiirlerden.. şarkılardan.. akdenizden.. adriyatikten.. selim ışıktan ve dahi yollara serilip yatan yol şeritlerinden bahsederdik.. "kuytu"da

12 Ağustos 2011 Cuma

hüzne bu yoldan gidilir..

Başka tellerde cambazız şu anda seninle..


"bu akşam adres defterinde.. s harfinin olduğu yerde bulup, ya sil ya yak adımı.. ya da sessizlik koy yerine".. adım ne? seda.. adımın seda manasının da ses olduğunu düşündüğümüzde.. adımın yerine sessizlik konmasını istememden daha doğal ne olabilir ki?  şiir, kadının ağzına yapışanı öpmesidir..
Bu yazılanları kaydetmek istiyorum..bunu istememin nedeni.. bu konuşmanın içinde çok benim var. bir sürü ben.. seda.. sedanın olmak istediği.. sedanın olamadığı...  yarın okurken onlarla tanışmak istiyorum.. en güzelinin şerefine kadeh kaldıracağım..


Bu arada, hüzne giden yolu insanlık tarihine bir not olarak düşmek istiyorum:
 http://fizy.com/#s/1aj8uj


"şimdi, felsefe yapılacak saat mi? Sevişilecek saatte felsefe yapıyosun" diyen varsa aranızda, cevabımı merak edenler bi cümle sonrasına baksın.. "felsefe yapılacak her saate sevişiyo olman lazım bunun için"


“insan ilginç ya da yararlı ne anlatabilir ki? Başımıza gelmiş olan şeyler, ya herkesin başına gelmiş, ya da yalnızca bizim başımıza gelmiştir. İlk durumda bayatlamıştır, ikinci durumda da bizden başkası anlayamaz onları” dendikten sonra, hayat o kadar da çoğul değil diye uzaklara dalası geliyor insanın..

Yıldız'ın kızıyım ben.. yıldızın kızı...

Yıldız'ın kızıyım ben.. yıldızın kızı...

11 Ağustos 2011 Perşembe

Irmak




Çok net hatırlıyorum.. Daha küçücük bir kız çocuğu iken, televizyonda Fairuz şarkı söylerdi en içlisinden.. Arapça şarkılardan öğrendim ilk, dilini bilmediğim ezgilere içlenmeyi.. Şimdi ne zaman Fairuz'un sesini duysam, aklıma büyüdüğüm portakal bahçesi gelir.
Ne kadar da geçmiş zaman... Şimdi yaşlanıyorum bak... Kuruyayım artık derken, biri geldi dedi ki, sen kuruyamazsın, senin içinde ırmak var..

Ben biliyorum.. Onunla biz çok güzeldik.. Ne zaman ay tutulsa, bizim de nutkumuz tutulurdu..

Şimdi, onca yıldan geriye içimizdeki ırmaklar kaldı, yanıbaşında oturup suya baktığımız.. Irmak gibi berraklığımız, ırmak gibi serinliğimiz, ıslaklığımız ve sessizliğimiz bundan ötürü..

9 Ağustos 2011 Salı

Yıldız tozu

Herşey, minicik bir yıldız tozunun soluğuma kaçmasıyla başladı.. Cümleler kurdum, cümleler bozdum sana.. Uzaktık demeye her yeltendiğimde, aynı göğün altında oluşumuz gelirdi aklıma, demez bi sigara yakardım.. O günden sonra çok oldu herşey. Yeşil çimeler çok yeşil, gece yıldızlar çok yıldız, gündüz evim çok dumanaltıydı.. Çoktu işte herşey.. Cümleler, virgüller, en çok da üç noktalar...

Sonra birgün "gökyüzündeki büyük salıncak" geldi.. Bindim ona.. Öyle devasa bir salıncaktaydım ki; geriye giderken, ayak parmaklarım karadenize battı.. hızımı alırken, topuklarım tuz gölünü teğet geçti. sonunda uzanıp da gökyüzüne baktığımda, gök senin göğüne en yakın göktü..

Yerden havalanıp, "sekiz çizen" bir halı üzerinde koşan deli fişek atlardık.. Halı yere düştü, düşten uyandık.. Sonra kalkıp denize gittik.. Daha güzel olsun susmak diye sen bira içtin, ben şarap.. Ben sende birayı tattım, sen bende şarabı sonra.. İşte o an, orada yağan yağmur, sadece denizi, sadece toprağı, sadece kedileri, sadece bankları değil, bizi de (ilk kez biz orada olduk.. sonra hiç olmadık zaten) ıslattı, yumuşattı... Başımıza gelen en iyi şey sandığım yağmur, meğer senin çeliğine su katmış...

Başımıza gelen en kötü şey, o salıncağa binerken son kez dönüp sana sarılmamdı.. En kötüsü buydu evet..

Herşey, minicik bir yıldız tozunun soluğuma kaçmasıyla başlamıştı..Şimdiyse öyle çok ki yıldızlar, yıldız yağmuruna şemsiye satan küçük bir dükkanım olsun istiyorum bir sahil kasabasında..




şimdi..

Şimdi dediğin nedir ki bebeeem.. Sürekli kendi içine akan bir havuzdan bir farkı var mı zaman dediğinin? Bakarsan, hayat havuzunda öylece duruyoruz sadece.. Anlar devridaim su... Sürekli tazesi, temizi, yenilenmişi geliyor, ama senin suyuna karıştığı an, aynılaşıyor, farkedilmiyor.. Sağımız, solumuz, önümüz ardımız, içimiz dışımız anlarla dolu ve bir o kadar da birikmişler orada öylece.. Sonra birikmiş anlara geçmiş, birikecek anlara da gelecek diyip çıkıyoruz işin içinden.. Keşke bu kadar kolay olsa..

Geçmiş olsun..

Yaşadığımız ve yaşayacağımız herşeyin geçmişte kalmasına rağmen, aslında geçmemesini nasıl açıklayacak bize zaman denen zıkkımın kökü?

Bir tereddüt anı bile yaşanıyor halbuki. "Ben bunu gerçekten yaşadım mı yoksa bir rüya mıydı bütün bunlar" bile deniyor bazı anlar için. Sonra bakıyorsun, geçmişte o anı yaşamış olmakla o anı düşlemiş olmak arasında o kadar da ciddi bir fark yok. Hal böyle olunca da, yaşanan bütün günlerin birbirine karışması, birbiriyle katılaşıp yüzünüze çarpması ne kolay oluyor..

Ağustos'tayız halbuki.. Canlıların bile buharlaşmaya yüz tuttuğu bu mevsimde geçmişin buharlaşmaması çok acaip. Bana sorsalar, isterdim ki buharlaşsın. Buharlaşıp da, bugüne geçmiş günler yağsın...

Evet, böyle..

Haziran-Temmuz-Ağustos

Yaman bir mavilik bu deniz denilen. Gecesi yıldız açar, günü güneş. İnceden bir ay batıyor göğe doğru. Aklımın suyunda senin nefesin. Aman desem duyar mısın? Sesini ansam ses verir misin?
Ben.burada.duruyorum.sen.gelir.misin?

Durdu deniz orada. Gök durdu. Kuşlar durdu. Denizin altındaki kımıl balıklar durdu. Kadın durdu güneye baktı. Erkek durdu kuzeye baktı. Zaman durdu. Sadece yağmur yağdı.

Hazirandı. Haziran bütün sıcaklığını Temmuz'a verdi. Çok zaman geçmese de, çok haber, çok gözyaşı, çok hayal, çok nefes, çok düş geçti. Zaman geçti. Özlem arttı..

Bazı anlar var..

Bazı anlar var. Kelimelerin, masaların, ışıkların rüzgarın hatta havanın bile silinip, değişip, düşüp de yüzüne benzediği. Kelimelere benzer mi sahi insanın yüzü? Senin benziyor işte.
Biri gelse diyosun.. yüzü en sevdiğin kelimelere benzese.. elma mesela.. çiçek mesela.. ne bileyim, salon salomanje mesela. Karanlık bir odada bile, o en sevdiğin kelimelerden yapılmış yüze, zihninin ışığını yansıtıp, bakakalarak dalsan uykuya.. sabah olup uyandığında, gözüne gün ışığı girmeden daha.. her şeyden önce yani.. zihninden bile önce düşse aklına, güneş ondan sonra girse odaya, yatağına, gözünün çekirdeğine…
Biri olsa diyosun.. Bir dağın yamacında çiçek toplarken sen uçuşan eteklerinle, o; o miskin ağacın altında, o miskin gülümsemesiyle otururken, seni izlese..
Biri olsa sonra.. upuzun kopkoyu, sereserpe bi gecede, simli kumsallara uzanıp yan yana, bin ışık yılı ötesine baksanız.. baksanız da dalsanız.. dalsanız da unutsanız geceyi, yıldızı, kumu denizi.. sadece yağmuru unutmasanız.. akdenizi unutmasanız..
Sonra, anadolunun en tenha köyünde bir evde yaşlı bi adam bach dinlese, ve bach dinlerken de kederlenecek hiçbişeyi olmasa..
bin çocuk düşse bin annenin karnından dünyaya ve bini de iyi beslense, iyi barınsa, iyi insan olsa…
Biri hemen gelse, gel dese.. o geldiğinde geri kalan herkes gitse, ve hiç kimsenin gitmesine üzülmesem..
Küçücük evlerin küçücük odaları hep sıcacık olsa..

Uçurum

Taaa şurama bi acı saplayan ve sapladığı yeri sonra öpüp koklayan bi nefes var ensemde. O kara gözler nasıl aydınlık sözler verebilir ki insana, bunu beklemek bile bi karmaşa. Tut ki uçurumun kenarında, aşağıya bakansın, kendi dibini göremeyen uçurumun dibini nasıl görecek? Görmüyor musun? Uçurum gibisin.. Atlasan da, kendine düşersin..

yalnızlık çağı

GPS makinası iki insanın koordinatlarını aynı verdiğinde bitecek yalnızlık çağı. Şimdi öyle mi oysa? Kadının koordinatları kuzeydeyken adam güney sahillerinde..

hançer..


bir çiçeğin titremesinde gizli bazen bahar.. hepimiz yüzümüzü o kadar dönmüşüz ki kışa, güneş sırtımızı ısıtsa hançer sanıyoruz..